Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Dönüşüm

Dönüşüm

İlk kadın romancılarımızdan Fatma Aliye’nin kızı, Katolik bir rahibe olarak hayata veda ediyor. 

Meşhur Haluk’un encâmını hepimiz biliyoruz. Mehmet Akif’in “Asım’ına” karşı gösterilen çağdaş neslin model “öteki’sini”…

Namık Kemal’in torunu Selma, nereye sevk edeceğini bilemediği bir Avrupalı(laşma) sevgisiyle peçeye örtüye karşı isyan eder; hayallerinin devleti Amerika’ya yerleşirken “dinsiz” öleceğini kestiremezdi herhalde. 

Bazı yazarların Notre Dame de Sion’da okurken, oradaki rahibelerin günahsız olup, tümden cennete gideceklerine dair inancı gibi. (Fakat bizim “hocalarımız” hepten karalıdır.)

Tıpkı kimi din adamlarımızın, herhalde İslâm Dini’nin yücelik ve mensubiyet duygusunu, “son mükemmel din” vurgusunu fazla hissedemediğinden veya ehemmiyet vermediğinden olsa gerek, istisnasız tüm dünya halkına Cennet kapılarını açıvermesi benzeri…

Veya sabah evden çıktıktan sonra, akşam geri dönüşlerde, beş dakika, üç ay, 50 sene sonraki fotoğraflarda bambaşka kişi(lik)lerin, inançların, inanılmayacak ata-evlât ilişkilerinin,  millet-ümmet terkiplerinin, çok farklı resimlerin, dehşetengiz tabloların ortaya çıkması gibi…

Zaman aynasında, Ben’in arkasında gizli yüzler… 

Sempatilerimizin, iç akıntıları, değer yargılarımızın, zafiyetlere kabullere; ileriki merhalelerde taraftarlığa ve nihayetinde teslimiyete “aynîleşmeye” bizi götürmesi.

Zararsız gözüken, “demokrasi, hak hukuk hürriyet, devrim” adı altında yakınlaştırılmış, anlam kaybına uğramış dünya görüşlerinin, yaşayış ve fiillerin, geleceğimizi zapteden telâkki ve hükümlerin modern kisvelerle bize sokulup, varlık alanımızı hissettirmeden ele geçirmesi.

En hazini bunların normal bir seyir gidişattan ziyade, acı zorlamaların, metazori bağla(n)maların, ruha yönelik bir istibdadın ve müdahalelerin  neticesinde oluşması.. kopuşlar, özümüze yönelik kasıtlar... 

Nehirlerin tersine aktırılışı, sonra usulca kendimizi “birilerinin” dilediği istikamette, yüz ve şahsiyet verirken bulmamız, iç ve dış nizamımızı altüst edip, neredeyse topyekûn bir intihara doğru sürüklenmemiz…

Tarihçi Halil İnalcık, kendisiyle yapılan bir nehir söyleşide, yeni bir kavram (Total History (Topyekûn tarihçilik) ortaya atan Brodel’in bazı görüşlerini naklediyor: 

“…Tarihi gelişimi açıklamak için toplum yapısını belirleyen iklim-nüfus-ekonomi-zihniyet değişikliklerini incelemek gerekir; Braudel diyor ki, “Bir toplum bu faktörlerdeki gelişimlere uyumlu olarak üç nesil sonra değişir: Çünkü nüfus artar, belki iklimde değişiklik olabilir. Ekonomide, meselâ enflasyon olabilir, bütün ekonomik sistem değişebilir” Üç yahut dört kuşak sonra bir toplum tanınmayacak şekilde yeni bir şekle intikal eder, buna bir de formül buldu, “lond duree (uzun süreç) diye bir teori ortaya attı. Diyor ki, “100 ya da 120 yıl sonra bir toplumu yeniden tetkik ederseniz, onun nasıl bir değişikliğe girdiğini görürsünüz.” (Tarihçilerin Kutbu “Halil İnalcık Kitabı”; Söyleşi, Emine Çaykara; sh. 214-216)

Herhalde özellikle de zihniyet değişiminin önceliği çektiği.. sürekli bir (değiştirilme yenilenme) ihtiyacıyla(!) tamamen sersemlemiş durumdayız. Değişimin şiddetini, vahametini, açık uçlarını artık takip edemez vaziyetteyiz.

Düşüncemizin, fikir-hareket yollarımızın uzantı ve bağlantılarını, nerelerden gelip, nereye gittiğini ayan beyan görüyoruz. 

Değişim dönüşüm bütün hızıyla sürüyor. Yozlaşma şedit boyutlara erişirken, “Uzun süreç” de, bir zihniyet depremiyle gittikçe kısalıyor. 

Dağı taşı toprağı mekân isimlerini “Batılılaştıran”, Garb kültürünün maddî manevî yapılarını ihya eden, İslâm’ı dinî değerleri geri çektirerek inanç/iman meselelerini de “Batıllaştıran”, dirilişe götürebileceği için şuurlu bir direniş ruhunu çeşitli araçlarla ortadan kaldırmaya çalışan zihniyetle; İstiklâl Harbi’nde “medeniyete karşı savaşılmaz” diyerek millî mukavemeti kırmaya çalışan zihniyet, birbirinden çok uzağa uzak düşmez herhalde.

Bu toplumun değerleri, her vesileyle her fırsatta “kırılmaya” uğruyor.

Değişimimiz, “değiştirilemez” dediğimiz sabitelerin, kıymetlerin aşınma süratiyle ilgili; tarihten günümüzden sayısız örnek verilebilir. 

Asıl, şimdiki yerimizden mevkiimizden haberli miyiz, böyle bir şuura sahip miyiz, 100 sene sonra değil, çok değil 10 sene de nereye geleceğiz sanırım konuşabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR